9 Haziran'da sonuçlanan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından gündem, Avrupa Birliği'ni (AB) gelecek 5 yıl yönetecek isimleri belirleme sürecine odaklandı.
27-28 Haziran'da Brüksel'de yapılacak AB zirvesinde isimlerin kararlaştırılması bekleniyor.
Avrupa Birliği yönetiminin en etkili pozisyonu olan yürütme organı Komisyon'un başkanının kim olacağına, ilki AB liderlerinin oluşturduğu Konsey'de diğeri ise AP'de yapılan, iki oylamayla karar veriliyor.
27 ülke liderinden 15'inin oyuyla aday gösterilen isim, Avrupa Birliği Genel Kurulundaki oylamada 720 milletvekilinden 361'inin oyunu alırsa, göreve başlayabiliyor.
Seçim sonuçlarının belli olmasının ardından ilk tahminler daha kolaylıkla ulaşılabilecek, net bir tabloyu gösteriyordu.
Von der Leyen'in kendisiyle aynı siyasi gruba mensup 13 Avrupa Birliği liderinin garanti desteğinin yanı sıra Sosyalist ve Demokratlar (S&D) mensubu Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve liberal Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un da desteğini almıştı.
Seçimi 2019'da olduğu gibi birinci parti tamamlayan Hristiyan demokrat Avrupa Halk Partisinin (EPP) adayı Ursula von der Leyen'in, ikinciliği kaptırmayan S&D ve üçüncülüğünü koruyan Liberaller (RE-Avrupa'yı Yenile) ile ittifaka gireceği, seçilmesi için ihtiyaç duyduğu 361 oya ulaşacağı tahmin ediliyordu.
Riskli bir duruma hazırlık için von der Leyen seçim öncesinde, İtalya Başbakanı Giorgi Meloni'nin de yer aldığı milliyetçi, Avrupa Birliği karşıtı ve aşırı sağ partilerin oluşturduğu Avrupalı Muhafazakarlar ve Reformistler Grubu (ECR) ile ittifaka da yeşil ışık yakmıştı.
Geçtiğimiz hafta İtalya'da yapılan G7 zirvesinde seçimlerin ardından ilk kez bir araya gelen Macron ve Scholz, von der Leyen ile görüştü.
Macron, görüşmenin ardından, "İşlerin hızla ilerleyeceğini düşünüyorum. Pazartesi günü (gayriresmi AB zirvesine) bu ruhla katılacağım." dedi.
Toplantı öncesinde AB Komisyonu Başkanlığı için EPP, S&D ve RE'nin üzerinde uzlaştığı von der Leyen'in, AB Konseyi Başkanlığı için Portekiz'in eski sosyalist başbakanı Antonio Costa, AP Başkanlığı için EPP'li Roberta Metsola ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politkası Yüksek Temsilciliği için Estonya'nın liberal Başbakanı Kaja Kallas üzerinde uzlaşıldığı kulislere yansımıştı.
Macron'un bahsettiği zirveden beklendiği gibi bir anlaşma çıkmadı.
Brüksel'de 17 Haziran'da yapılan zirvenin bitiminde kameralara yaptığı ayaküstü açıklamada AB Konseyi Başkanı Charles Michel, kararın 27-28 Haziran'a bırakıldığını ifaed etmekle yetindi.
EPP'nin oyun bozan AB Konseyi Başkanlığı talebi
Zirve sonrasında basına konuşan Finlandiya Başbakanı Petteri Orpo, bahsi geçen 4 isim üzerinde uzlaşmanın baki olduğunu ancak "parlamentonun da kabul edeceği bir çözüm üzerine güven inşa etme" gerekliliğinin ortaya çıktığını söyledi.
Kısa süre sonra, hem AP'de en fazla sandalyeyi kazanan hem de Avrupa Birliği Konseyinde en fazla lideri bünyesinde bulunduran EPP'nin Konsey başkanlığı üzerinde hak iddia ettiği bilgisi kulislere yansıdı.
AB Konseyi Başkanlığı, mevzuata göre, 2,5 senede el değiştiriyor ancak uygulamada genellikle aynı kişiye bir dönem daha verilerek, 5 yılda bir yenilenen diğer Avrupa Birliği kurumlarıyla eş güdüm sağlanıyor.
Sağ kanattaki liderlerden "seçmenin iradesi yönetime yansımalı" tepkisi
Zirvede rüzgarın beklendiği gibi esmemesinin bir nedeni de sağ kanattaki liderlerin açıklamalarından öğrenildi.
İlk olarak Macaristan Başbakanı Viktor Orban, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Bugün Brüksel'de Avrupa halkının iradesi göz ardı edildi." dedi.
Seçimlerin sonucunda sağ partilerin açıkça güçlendiğini, sol ve liberallerin zemin kaybettiğini ifade eden Orban, EPP'nin sosyalist ve liberallerle birlik olarak, AB'nin üst düzey pozisyonlarını kendi aralarında, seçmenin tercihini bir kenara atarak bölüştüklerini savundu.
Orban, "Naif olmamalıyız. Göçü desteklemeye devam edecekler ve Rusya-Ukrayna Savaşı'na daha da fazla para ve silah gönderecekler. Buna boyun eğmeyeceğiz! Avrupa sağının güçlerini birleştirerek, göç yanlısı ve savaş yanlısı bürokratlara karşı mücadele edeceğiz." ifadelerini kullandı.
Orban'ın bu açıklaması sağ gruplar arasında büyük bir ittifak sinyali olup olmayacağı sorusunu gündeme getirdi.
Meloni'nin zirvenin ertesinde İtalyan gazetesi Corriere Della Sera'da yayımlanan, "ikili görüşmelerde dışarıda bırakıldığı, seçimler üzerine derin ve ciddi bir tartışmaya girilmeksizin daha önceden 'paketlenmiş' bir tercihi kabul etmeyi reddettiği" yönündeki ifadeleri yankı uyandırdı.
Meloni'nin yorumlarından, ülkesinde 13 Haziran'da G7 marjındaki Macron-Scholz görüşmesi ile 17 Haziran akşamı Brüksel'de yuvarlak masa öncesinde EPP, S&D ve RE mensubu liderlerin kendi aralarında yaptıkları görüşmeden duyduğu rahatsızlığı ifade ettiği anlaşıldı.
Bir diğer tepki de Meloni gibi ECR mensubu Çekya Başbakanı Petr Fiala'dan geldi. Fiala, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, "Kurallar açık; Avrupa kurumlarındaki üst düzey görevlere aday gösterilmelerde siyasi ve coğrafi çıkarlara saygı gösterilmesi gerekiyor." dedi.
ECR'nin 3. sıraya yerleşmesinin dengeleri değiştirme ihtimali
Bu sırada ECR'den yapılan bir açıklamada, grubun sandalye sayısını Danimarka, Bulgaristan, Litvanya, Fransa ve Romanya'dan yeni üyelerin eklenmesiyle 77'den 83'e çıkardığı duyuruldu.
Ancak Orban'ın 2021'de EPP'den ayrıldıktan sonra kendine yeni çatı arayan partisi Fidesz tarafından bu gelişmeyle ilgili yapılan açıklamada, "Romanya'dan katılan AUR partisinin aşırı Macar karşıtı tavrı nedeniyle artık ECR'ye katılma ihtimallerinin ortadan kalktığı" belirtildi.
Sonuç olarak milletvekili sayısını 83'e çıkaran sağ kanattaki parti ECR, liberal RE'nin önüne geçerek, 3. grup konumuna yerleşti.
27-28 Haziran'daki zirveye günler kala bir yandan Meloni'nin, pazarlıkların dışında bırakılması karşısında, son dönemde daha pragmatik bir çizgide ilerlemek isteyen aşırı sağcı Kimlik ve Demokrasi grubu (ID) mensubu Marine Le Pen'i ECR çatısına çekmesi, diğer yandan ilk defa AP'ye girecek Alman AfD gibi aşırı sağcı partilerin 3. konuma yerleşmiş ECR'ye katılmak istemesi gibi, seçimin akabinde "uzak" olarak değerlendirilen ihtimaller de gündeme geliyor.
ECR'nin ID içerisinden unsurları da içine alarak daha da büyümesi ya da tümüyle birleşmeleri, güç dengelerinin ve rol paylaşımlarının tümden değişebileceği senaryoyu ön plana çıkarıyor.